Çağdaş teknolojiden alabildiğince yararlanıyoruz. En son model cep telefonlarında, "Ipad’ lerde, ev sinemalarında, internet oyunlarında neredeyse dünya birinciliğine adayız. Tam bir tüketim toplumu olduk. Tükettikçe mutlu olacağımızın ve batı dünyasının standartlarını yakalayacağımızın yanılgısı içerisindeyiz.
Oysaki hiç bir teknoloji ülkemizin, bizim geleceği anlamamızda, planlar yapmamızda özellikle eğitim, okumak, araştırmak ve bilimsel çalışmalar sıralamasında dünya ülkeleri arasında geri kalmaktan bizi kurtaramayacaktır. Bunu idrak etmeliyiz. Öncelikle anlamasını öğrenmeliyiz. Öğrenmeyi de öğrenmeliyiz. Aslında öğrenmeyi öğrenmek toplumumuzun önemli bir çoğunluğu için çok gereklidir.
AKIL... Çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın yolunda tek ışıktır. İlk güçtür. İlk olarak aklımızı geçmiş toplum modellerine takıntılı durumdan kurtarmalıyız.
Üzerinde düşünmeli ve sorgulamalıyız. Ne yaptık? Nereye geldik? Konya Karatay Medresesi'nin kapısında anlamlı bir hadis yazılıdır. "Sormasını bilmek bilmenin yarısıdır’’ der. Burada, içten bir alçak gönüllükle bir tamlama yapmalıyım; "Diğer yarısı düşünmek, okumak, aklı kullanmaktır," diyorum.
İnsan aklı düşünerek gelişir ve akıl gerek doğanın gerekse doğrudan yaşamın bize sunduğu zor hatta tuzak sorunlara, olgulara karşı uyanık olmanın, çözüm üretmenin aracıdır. İnsan dinler ve konuşur. Düşünür ve düşündüklerini söyler. Diğer insanlarla da böylece anlaşır.
İç ve dış dinamikleri, gelişmeleri, yaşamı, ekonomik ve sosyal oluşumları kısaca ülkemizin mevcut sorunlarını sorgulamak hiç de kolay değil. Hepimizin düşüncelerimizi, yaşamlarımızı etkileyen, değiştiren farkına varamadığımız sayıda neden var. Dünyanın dejenere olmuş geleneklerini, sosyal alışkanlıklarını televizyon ve diğer medya kanallarının propaganda şemsiyesi altında ilettiği mesajlar, çıkış noktası bilinmeyen türlü kaynaklardan üretilen bilginin ve imgelerin bolluğu, içinde yaşadığımız ortamı ve sosyal çevremizi tarafsız algılamamızı imkansız kılmaktadır.
Gerçektir ki, dışarıdan teknoloji ve bilgi satın alan, yaşam araçlarını kendi yaratmayan toplum, kendi sorunlarının kökenine inemiyor. Maalsef!..
Avrupa, ABD ve Çin'e paralel öğretim, eğitim, üretim ve ARGE düzeyine ulaşmadan "21. Yüzyıl"da özgür yaşamak olanaksızdır. Gelişmiş bir toplum olmak, bilimde, teknolojide hatta ticarette ilerlemek çok zordur.
Okumak, dünyayı öğrenmenin temelidir. Nerede iseniz orada okuyun. Kitap, internet, Ipot, hangi kanaldan olursa olsun lütfen okuyun. Dünyamızda bilenler bilmeyenleri sömürüyor, eziyor ve tüketiyor. Türkiye'nin bugünkü gelişmemişliğinin ilk nedeni geçmişte bilimsel bilginin üretilmemesinden kaynaklanır. Matbaanın ülkeye geç gelişinin faturasını hala ödüyoruz. Bilimsel yetersizliğimiz ve toplumsal cehaletimiz matbaa karşıtlığı ile başlamıştır. Bu gerçeği kabullenmek olgunluktur, kültürel düzeydir.
Belirgin bir şarta bağlı olarak, kaybetmenin aslında kazanmak olduğunu düşünürüm. O şart, kişinin ya da toplumun kaybettiği anda kendisini sorgulamasıdır. Neden ve nerede hata yapıldı? Nasıl önlenebilirdi? Gelecek için planlama nasıl yapılmalı ki, çıkış yolu bulunsun? Bu nedenle "İnsanların ve toplumların yenilenmesi çoğu kez kaybettikleri anda başlayabilir hatta başlar" diye düşünüyorum ve "Kaybetmek, yenilenmenin ilk adımıdır," diyorum.
Son yıllarda, gemi siparişleriyle bağlantılı olarak Çine çok sık yaptığım iş seyahatlerimde, üst düzey CEO ve patronlarla anlaşmaları müzakere ettiğimiz oturumlarda, özel konularımız dışında da çeşitli konuların gündeme geldiğini tespit ettim. Bu konuşmalarda edindiğim bilgileri ve rakamları not aldım.
- Bilimde yaratıcı olmak için her türlü program ve fedakarlığı yapıyorlar.
Patent ve araştırma sayısında Çin, ABD rakamlarına ulaşmak üzere.
- Her yıl üstün zekalılar arasından seçilen bir milyon çocuk, bilim adamı olmak üzere özel eğitime alınıyor. Matematikçi, biyolog, nanoteknoloji uzmanı, tarımcı ve her yıl 400 bin mühendis yetiştiriliyor.
Bu gerçeklerin ışığında, "Ülkemizde bu rakamlar nedir?" sorusu hemen aklıma geliyor. Geleceğimizi aydınlatacak bilimsel ve sosyolojik çalışmalar yapılıyor mu? Geleceğimizin oluşumunun bu soruların cevabında olduğu kanısındayım. Türkiye'nin geleceği, kendine özgün koşullarına rağmen genel perspektife, dünyanın geleceğinden ayrı düşünülemez.
Nedir dünyanın geleceği?
Dünya, çok ciddi bir tarihi dönemin hemen öncesini, gerçek bir iklimsel değişimi yaşıyor. Susuzluk, kuraklık, doğal afetler hemen yanı başımızda.
Enerji kaynakları tükeniyor. Dünyanın doğal bütçesi iflasın eşiğinde.
2003 yılında ABD, İsviçre ve Belçika'da kar amacı gütmeden kurulan "Küresel Gıda Ayakizi" ağı, her yıl bir bilanço yayınlıyor. Bu bilançoda aşağıdaki soruların yanıtları yer alıyor. İnsanlığın doğal kaynaklara ve ekolojik hizmetlere talebi nedir? Bunlar doğada yeniden ne ölçüde üretiliyor? Bu kuruluş, bu yıl 22 Ağustos'u "Dünya Hedef Aşma Günü" olarak ilan etti. İşte o tarih, doğanın insanlığa sunduğu doğal kaynaklar bütçesinin tükendiği tarihtir. Artık cepten yiyoruz. Gıda ve yerel stoklar ve de atmosfere salınan karbondioksit konusunda oluşan ekolojik bütçe açığı yıl sonuna kadar giderek daha da büyüyecek.
İkinci büyük açık, enerji bunalımı. Petrol ve doğalgaz kaynakları tükeniyor.
Alternatif enerjileri hızla üretmek zorundayız. Geç kaldığımız her gün ve her girişim ekonomide gerileme demektir.
Türkiye'nin ve dünyanın yakın geleceğinin gerçekleri bu kadar net ve ürkütücü!..
Bilmeliyiz ki, yalnızca bilimsel çalışmaları üst düzeye taşımak, üretmek, doğru tüketmek, aklı egemen kılan köktenci planlamalar ve politikalar geleceğimizi yönlendirecektir.
İşte "Gelecek" böyle gelecek. Tüm bu gerçeklerin ışığında ya ülkemiz birlik beraberlik içinde çalışacak, üretecek, bilimde ve teknolojide dev adımlar atacak. "Ya da" Diyemiyorum, çünkü ikinci bir alternatifi düşünemiyorum.
Gerçekten başka bir alternatifimiz yok...
Başka bir çözüm yok!..
Yorum Gönder